Diyanet İşleri Türk İslam Birliği
BigBrotherAwards ödülleri
BigBrotherAwards ödülü, 2000 yılından beri her sene kişisel verilerin korunmasıyla alakalı olarak, temel hak ve özgürlükler ile kişisel verilerin korunması ilkesini çiğneyen kişi ve kurumlara verilen negatif bir ödüldür. Ancak ödülü alanlar ödülün kendilerine katkısının kıymetini çoğunlukla bilmemektedirler: Çünkü kamuoyu bu ödül ile onların yanlışlarına ışık tutmaktadır. BigBrotherAwards ödülleri, Bielefeld’de faal olan Digitalcourage (Dijital Cesaret) isimli dernek tarafından organize edilmektedir. Ödül jürisinde değişik insan hakları örgütlerinden şahsiyetler yer almaktadır.
2017 BigBrotherAwards – Kategori Politika: Diyanet İşleri Türk İslam Birliği – DİTİB
DİTİB camilerinde çalışan bazı imamların, üyeler ve camileri ziyaret eden kişilerle ilgili Türk resmi makamları ve Milli İstihbarat Örgütü MİT’e casusluk yapıp, bu kişilerin Türk devleti tarafından kovuşturulmasına sebep oldukları iddiası nedeniyle
DİTİB Genel Sekreteri Dr. Bekir Alboğa tarafından temsil edilen
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği – kısaca DİTİB
Politika kategorisinde bu seneki BigBrotherAward 2017 ödülüne layık görülmüştür.
Bu seneki BigBrotherAward ödülü çok özel bir durum arz etmektedir. Çünkü bu seneki ödülümüz alışkın olduğunuzdan farklı olarak, kişisel verilerin dijital dünyanın teknik olanaklarının izinsiz ve sınır tanımadan kullanılmasından dolayı verilmemektedir. Hayır, burada asıl mesele, dini bir yapılanmanın, dini etkinliler çerçevesinde karşılıklı insan ilişkilerini kullanarak gerçekleştirdiği somut gözetleme faaliyetleridir.
DİTİB’e bağlı imamların, Türkiye hükümetinin isteklerini yerine getirmek adına yürüttükleri casusluk faaliyetleri ile, Almanya’da “Real Life” olarak adlandırılandin özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve sosyal yaşam hakkı gibi en önemli temel insan hakları ayaklar altına alınmıştır.
Neler yaşandı?
Türkiye’de hükümete muhalif gazetelerden Cumhuriyet gazetesi, Aralık 2016’da, Almanya’da kamu yararına faaliyet yürütmek amacıyla kurulmuş olan DİTİB imamlarının, kendi üyeleri ve camileri ziyaret eden kişilerle ilgili bilgi toplayıp bu bilgileri Türk makamlarına verdiklerine dair dokümanlar yayınladı. Bu ilginin hedefinde ise Fettullah Gülen Cemaatine yakın oldukları tahmin edilen kişiler bulunmaktaydı. Türk hükümeti, Gülen Hareketini, Türkiye’de Temmuz 2016’da gerçeklesen darbe girişiminden sorumlu olmakla suçlamaktadır. Ancak şimdiye kadar kanıtlar kamuoyunun bilgisine sunulmamıştır.
İmamların casusluk raporlarında, sözde Gülen-Taraftarları ile ilgili, mesela bu kişilerin camileri ziyaretleri ve yine bu çevrelerin Türkiye’deki bağlantıları ile ilgili çok ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Söz konusu casusluk raporlarında çocuklara ders yardımı veren bir kurum “şer ocağı” olarak tarif edilmektedir. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Anayasa Koruma Dairesinin bir raporuna göre, bu jurnallemelerden alman vatandaşı olan en az beş öğretmen de nasibini almış bulunmaktadır. Haklarında casusluk yapılan ve bu konuda Alman makamları tarafından bilgilendirilen kişiler Gülen hareketine sempati duydukları iddiasını reddetmektedirler.
DİTİB bünyesi içinde çalışan imamlar, Türkiye’de din işlerinden sorumlu olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olup devlet memuru olarak çalışmaktadırlar. Casusluk raporları Diyanet İşleri Başkanlığının Eylül 2016’da Büyük Elçilikler ve Başkonsolosluklara gönderilen bir talep yazısına dayanmaktadır. Ancak söz konusu raporlardan, DİTİB’in çok uzun zamandan beri Türk makamları için casusluk faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır.
“Cumhuriyet”’in Aralık 2016’daki haberinden hemen sonra Yeşiller partisinden Federal Meclis üyesi olan Volker Beck, ajanlık şüphesinden dolayı Alman Ceza Kanunun 99 maddesi gereğince (gizli servis ve ajanlık faaliyetleri), Federal Savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak tahkikatlara haftalar sonra başlanmıştı. Dört imamın evlerinin ilk kez polis tarafından aranması ise Federal Başbakan Merkel’in Türkiye ziyaretinden dönmesinden sonra, 15 Şubat 2017 tarihinde gerçekleşmişti. Ancak bu arada Federal Savcılık tarafından suçlanan 16 imamdan, en ağır şüphe duyulan altısı Diyanet İşleri Başkanlığının direktifi üzerine Türkiye’ye geri dönmüş bulunmaktaydı.
DİTİB, casusluk raporları açığa çıktıktan sonra ilk önce bu iddialardan büyük rahatsızlık duyduğundan bahsetmişti. DİTİB Genel Sekreteri Bekir Alboğa olaydan kısa bir süre sonra, yapılan “ağır suçlamaların” “temiz ve şeffaf” bir şekilde araştırılacağını açıklamıştı. Alboğa, raporların varlığını önce kabul etmiş, ancak bunun “yanlış anlaşılmadan” kaynaklı bir “sorun” dan ibaret olduğunu beyan etmişti. Fakat bundan bir müddet sonra ise, casusluk faaliyetlerini kabul ettiğini yalanlamıştı.
DİTİB konuya ilişkin yaptığı az sayıdaki basın açıklamalarında sürekli olarak, durumun diyanet imamlarının özel faaliyetlerinden ibaret olduğunu ve olayda DİTİB’in örgütsel hiç bir etkisinin bulunmadığını belirtmektedir. DİTİB, camilerinde ve çatısı altında yaşananlarla ilgili hiç bir sorumluluk üstlenmemektedir. Durumdan üzüntü duyulduğuna veya DİTİB camilerinde gerçekleşen casusluk faaliyetlerinin kınandığına dair herhangi bir açıklamalarından da haberdar değiliz.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez: “Casusluk faaliyeti yoktur” diye bir açıklama yapmıştır. Geri çağrılan imamların, her ne kadar yetki sınırlarını aşmış olsalar da, herhangi bir suç işlemediklerini belirtmiştir. Başkan, Almanya’da camilerdeki cemaatlerin kendilerini korumak amacıyla verdikleri çabanın casusluk faaliyeti olarak gösterilmesinden dolayı “çok üzgün” olduğunu, DİTİB’in onlarca yıldan beri hukukun temel ilkelerine göre hareket ettiğini ve herhangi bir caminin hukuku görmezden gelebileceğini düşünemediğini belirtmektedir. DİTİB de meselenin kendileri açısından aydınlatıldığını açıklamaktadır.
Bu arada Türk Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da, imamların evlerinin polis tarafından aranmasını, “uluslararası sözleşmelerde ve Alman anayasasında” garanti altına alınan din ve inanç özgürlüğünün açık bir ihlali olarak gördüğünü belirtip kınamaktadır.
Özellikle isminin açıklanmasını istemeyen “etkili bir güvenlik siyasetçisi” “Welt am Sonntag” gazetesine verdiği mülakatta, imamların casusluk raporlarının, Almanya’da yaklaşık 6.000 muhbir çalıştıran Türk gizli servisi MİT tarafından yürütülen ajanlık faaliyetlerinin bir parçası olduğunu belirtmektedir. Alman güvenlik makamları, Almanya’daki Türk Büyükelçiliklerinde ve Konsolosluklarında yaklaşık 150 MİT elemanının çalıştığından hareket etmektedir. Hatta Eğitim ve Bilim Sendikasına göre, Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki okullarda bazı Türk öğrencilerden, öğretmenlerinin hükümet karşıtı beyanlarını gizlice filme çekip Başkonsolosluklara bildirmeleri istenmektedir.
MİT faaliyetleri ile, hem Almanya’da yaşayan Türklerin izlenmesi, bunların Erdoğan yandaşı olmalarının sağlanması, hükümet karşıtlarına gözdağı verilmesi ya da izole edilmeleri hem de Alman makamlarının ve buradaki kamuoyu düşüncesinin etki altına alınması amaçlanmaktadır. Almanya’da haklarında casusluk yapılan sözde rejim karşıtlarının Türkiye’ye gitme durumunda, hapis, ceza davası, küçük düşürücü muameleler ve hatta işkence görme ile karşı karşıya kalmaları da mümkündür. Bunların Türkiye’deki yakınları da benzeri uygulamalara maruz kalabilmektedir. Yeşiller partisinden Cem Özdemir, SPD’den Michelle Müntefering veya CDU’dan Emine Demirbüken-Wegner gibi federal Alman politikacılar bile Gülen hareketine sempati duydukları bahanesi ile MİT tarafından izlenmektedirler.
Alman makamları, özellikle son olarak “Balkan Güzergahı” adı verilen geliş hattının kapatılması maksadıyla Türk hükümeti ile yapılan mülteci anlaşmasını tehlikeye sokmamak için, Türk hükümetinin hassasiyetlerini dikkate almaktadırlar. Almanya’daki İslami birlikler ile iletişim bağının kopmaması için DİTİB’in incitilmemesine de özen gösterilmektedir. Bütün bunlardan bağımsız olarak Federal Başsavcılık ve Polis tahkikatlara başlamış, haklarında casusluk yapılan insanların haklarının korunması ve ajanlık faaliyeti yürütenlerin takip edilmesi maksadıyla ilk adımları atmıştır.
Çok açık bir şekilde görülmektedir ki, Alman makamları tarafından öncelikli olarak diplomatik çıkarlar gözetilmektedir. Ancak tek tek casusluk faaliyetine maruz kalan cami ziyaretçilerinin korunmaya değer olan kişisel hakları ve insan haklarının bu yüksek politik çıkarlara kurban edilmemesi gerekmektedir.
İnsanların, jurnallenmek yoluyla dini ibadetlerini yerine getirmelerinin engellenmesi kabul edilemez. DİTİB casusluk skandalının hallolduğunu iddia etmemeli, aksine kendi bünyesinde olanları şeffaf bir hale getirip, kamuoyunun eleştirilerine kulak vermelidir.
Ancak sadece DİTİB’den bir takım taleplerde bulunacak olursak, işin kolayına kaçmış oluruz. Bu yüzden hem Alman devletinin hem de Alman toplumunun da harekete geçmesi, mesela politik olarak bağımsız veya siyasi olmayan İslam cemaatlerinin desteklenmesi gibi yöntemlerle, insanların İslam inancını özgür bir şekilde yasayabilmelerinin yollarını açmalıdır.
Sadece, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, diyanet gibi Türk makamlarından ve bağımsız hareket edip bunların etki alanından çıktığı taktirde, DİTİB konusunda bir değişim veya dönüşüm mümkün olacaktır. Alman makamlarının DİTİB’i şimdiye kadarki gibi muhatap olarak kabul edebilmelerinin koşulu da bu şarta bağlanmalıdır. Yine bütün casusluk faaliyetlerinin, dinsel örgütlerin çatısı altında gerçekleşse bile, sadece örgütün iç isleyişi dahilinde değil ceza hukuk yönünden de, her şeyden önce diplomatik hassasiyetlere bakılmaksızın, tüm yönleri ile açığa kavuşturulması gerekmektedir. Şu ana kadar cezai yaptırım maksadıyla yirmi tahkikat davası açılmıştır. Casusluk alman ceza kanununa aykırı olup, hiç kimsenin “iç işi” değildir.
Bilişim ve kişisel verilerle alakalı temel hak ve özgürlükler sadece Almanlar için değil, göçmen kökenli insanlar için de geçerlidir. Bunların da, Almanya’da korkmadan barışçıl bir şekilde dinsel ve siyasal faaliyetlerde bulunabilmeleri gerekmektedir.
Bu hakların kullanılamamasında rolü olduğu için, DİTİB politika kategorisinde 2017 yılının BigBrotherAward ödülüne layık görülmüştür. Kendilerini yürekten kutlarız!